Türkiye’nin girişimcilik ekosistemi, potansiyeli yüksek girişim sayısı ve girişimlere yatırım sağlayan fonların sayısı ve büyüklüğü anlamında günden güne büyümeye devam ediyor. Startups.watch’un son raporuna göre, 2020 de 213 girişime 155 Milyon Dolar yatırım yapılırken; 2022’de 300 girişime 1.6 Milyar Dolar yatırım gerçekleşti.

2021 yılında yayımlanan “7263 sayılı Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile belirli koşulları sağlayan kurumların gelirlerinin bir bölümü ile girişimcilere sermaye yaratma zorunluluğu getirilmesi yatırım ekosistemindeki büyümeye doğrudan katkı sağlayan bir unsur oldu.

Bununla paralel olarak 2020 yılında 27 olan GSYF/GSYO sayısı, 2022 itibariyle 81 e yükseldi.

7262 sayılı kanunda yapılan değişikliğe göre 1/1/2022 itibariyle yıllık beyanname üzerinden yararlanılan indirim tutarı 1.000.000 Türk lirası ve üzerinde olan kurumlar vergisi mükellefleri tarafından, bu tutarın %2’si pasifte geçici bir hesapta takip edilerek, bu tutarın, geçici hesabın oluştuğu yılın sonuna kadar Türkiye’de yerleşik girişimcilere yatırım yapmak üzere kurulmuş girişim sermayesi yatırım fonu paylarının satın alınması veya girişim sermayesi yatırım ortaklıkları ya da kuluçka merkezlerinde  faaliyette bulunan (4691 ve 5746 sayılı Kanunlar kapsamında) girişimcilere sermaye olarak konulması zorunlu kılındı.

Ekosistemin gelişmesine ve girişimlerin yatırıma ulaşma olanaklarına olumlu katkı sağlayacak bu değişiklik hem yatırım zorunluluğu bulunan şirketler hem de girişimler açısından bazı soru işaretleri de barındırıyor.

Girişimler açısından bakacak olursak, yatırım yapmak durumunda olan kurumsal şirketlerin sayısının artması girişimcilerin ulaşabilecekleri yatırımcı havuzunu genişletmiş ve yatırıma ulaşma olanaklarını  artırmıştır. Bunun yanında, sektörde faaliyet gösteren kurumsal bir şirket ile bu sayede tanışma imkanına sahip olan girişimler, pazarda söz sahibi şirketlerin teknik tecrübelerinden, pazar içgörülerinden ve global bağlantılarından olumlu anlamda yararlanabilir, ulaşmakta zorlandıkları noktalara bu sayede dokunabilirler.

Yatırım zorunluluğu bulunan şirketler ise potansiyeli yüksek bir girişim ile geliştirecekleri işbirlikleri sayesinde, girişimin çalıştığı alanda stratejik faydalar elde edebilir, girişimin erken müşterisi olabilir veya kendi tecrübeleri ve iş ağları sayesinde yatırım yapacakları girişimin hızlı bir şekilde ölçeklenmesini, pazarda daha erken söz sahibi olmasını sağlayabilir. Dolayısıyla yatırımlarını sadece finansal getiri olarak değil, stratejik büyüme olarak da değerlendirmiş olurlar.

Doğru yatırım, doğru eşleşme ile başlar. Bu eşleşme, yatırım yapma yükümlülüğü bulunan şirketin büyümeyi düşündüğü odak alanlarını iyi seçmesi, bunlar üzerinde detaylı çalışmalar yapması ve iyi kurgulanmış bir yatırım stratejisi/tezi oluşturmasıyla başlamalıdır. Odak alanı ve yatırım stratejisi/tezi netleşmiş bir şirket, girişimlerin çalıştığı alanlar, inovatif yönleri, iş fikirleri ve modellerine göre karar vermeyi düşünebilir ancak gerçekten potansiyelin var olup olmadığını anlamak için kurucu kadronun yetkinliği ve ekibin potansiyeli en belirleyici kriter olmaktadır. Ekip yetkinliğini değerlendirebilmek için ise özellikle kurucu kadroyu yakından tanımak ve belirli bir süre izlemiş olmak en etkili yöntemdir. Diğer yandan, yatırımın takvim yılı içerisinde gerçekleşme zorunluluğu, yatırımcı şirketler açısından bir zaman kısıtı getirmektedir. Kısa sürede doğru girişimciyi bulabilmeyi hedefleyen yatırımcı şirketlerin, olabildiğince çok sayıda girişimle tanışarak kapsamlı bir değerlendirme yapması gerekiyor. Bu hem uzmanlık gerektiren hem de ciddi mesai harcanması gereken bir konu olduğu için, belirli filtrelerden geçmiş girişimleri bulabilmek şirketler için öncelikli hale gelmektedir.  Bu noktada şirketler, hızlandırma programlarında girişimlerle uzun bir süre bire bir çalışarak, performanslarını yakından takip eden KWORKS gibi merkezlerin yönlendirmelerine başvurabilir.